Bir ‘kaza’yla dağılan aile
Helen Garner ilginç bir yazar; romanları, öyküleri, denemeleri ve senaryoları var. Öykülerinin ve romanlarının ana mekanı, memleketi Avustralya. Onu ilginç kılan bunlar değil, 1960’larda adeta bir adliye muhabiri gibi izlediği davalardan hareketle biraz belgesel biraz roman tadında kitaplar kaleme alması. Bu davalarda yargılanarak çeşitli cezalara çarptırılan kişileri ve mağdurları merkeze yerleştirdiği metinlerinde Garner, eylemleri ve sonuçları hikayeleştiriyor.
Bahsi geçen kitaplardan biri de ‘Bu Yas Yuvası’: Bir “kaza” sonucu çocuklarının ölümüne neden olan ve kendisi kurtulan baba Robert Farquharson’ın şüphelerle ve karanlık noktalarla dolu hikayesini anlatan Garner, araştırmanın derinleştirilmesiyle olayın bir cinayet davası haline geliş süreciyle buluşturuyor bizi.
ŞÜPHELER VE ÇELİŞKİLER
Farquharson’ın karıştığı kazadan, olayın basına yansımasından, şüpheler ve belli kanıtlar üzerine açılan davanın katıldığı tüm duruşmalarını izleyerek elde ettiği bilgi ve ifadelerden yola çıkarak yazdığı ‘Bu Yas Yuvası’nda, gözlemciliğinin yanı sıra öykücülüğünü ve romancılığını da konuşturuyor Garner.
Farquharson, 2005’in Babalar Günü’nde, ayrıldığı eşinin evine çocuklarını bırakmak üzere çıktığı yolda, arabasının kontrolünü kaybederek bir baraja düşüyor. Kendisi araçtan çıkıyor fakat çocukları ölüyor. İlk anda bir trafik kazası diye kayıtlara geçen olay, belli bir süre sonra kuşkuların belirmesiyle adli bir vaka, dahası bir cinayet soruşturması halini alıyor.
Eşinin ani bir kararla kendisinden boşandığı ve başka bir erkekle ilişki yaşamaya başladığını söyleyen Farquharson, sakin bir kasabayı bir cinayet soruşturmasının merkezine dönüştürüyor. Garner da başından itibaren takip ettiği bu olayın, gerek basın tarafından derinlemesine işlenmesini gerek mahkeme kayıtlarını ve görüştüğü kişilerin söylediklerini bir bütün halinde sunuyor okura.
Baba Farquharson, kendini savunup kaza için çeşitli gerekçeler sundukça hem çelişkiler hem de şüpheler artıyor. Eski eşinin de ailesinin de çocuklarını öldüremeyeceğini söylemesi ve hatta bunu ısrarla savunması bile polisi ve yargıçları ikna etmiyor. Dava başlıyor.
Duruşmalar sırasında salondaki tüm ayrıntılardan kişilerin ruh hallerine, ifadelerden mahkeme heyetinin sorularına, iddia ve savunmalara kadar hemen her şeyi anlatan Garner, hem soruşturma hem de davanın gidişatını ortaya koyarak olup bitenin gözümüzde canlanmasını sağlıyor. Kanıtlar, çelişkiler ve Farquharson’ın hakkındaki iddiaları reddedişi de buna dahil.
Farquharson’ın yargılandığı dava sırasında insanlarda çeşitli ikilemler yarattığını not ediyor Garner: Merhamet ve şüphe, sevgi dolu bir baba ve soğukkanlı bir suçlu, kaza ve cinayet… Polis, mahkeme heyeti, jüri, tanıklar ve duruşmaları izleyenler bu ikilemlerin tam ortasında bir kanaate ve karara varmaya uğraşıyor. Garner, bu noktada bir tanık ifadesinden hareketle bir soruyla çıkıyor karşımıza: “Farquharson’ın sadece intikam lafı edip balık patates kızartması dükkânının camekânına, çocuklarına doğru başıyla işaret etmiş, daha sonraki ifadelerine göre ise oğlanlardan nefret ettiğini ve onları öldürmek istediğini söylemesi bir anlam taşıyor muydu, evetse anlamı neydi?”
YANITSIZ KALAN HAYATİ SORULAR
Garner’ın duruşmalarda Farquharson’ın gergin olduğunu, eski evliliğinin, çocuklarıyla ve insanlarla ilişkisinin incelenip soruşturulduğunu, bilirkişilerin “kaza”ya dair araştırmalar yaptığını; kısacası şüpheleri doğrulayacak bir çıkış yolu bulunmaya çalışıldığını söylüyor. Başka bir deyişle hem teknik ve hukuki hem de psikolojik bir soruşturma ve davayla karşı karşıya kaldığını belirtiyor.
Jüri tarafından suçlu bulunan Farquharson’la birlikte eski eşinin yaşadığı üzüntü ve tuttuğu yas konusu var bir de. Garner, olayın akışını ve izlenimlerini kâğıda dökerken bunu da ihmal etmiyor. Öte yandan, ilk günden itibaren gerilim, kuşku ve sorular, hem yazarın hem de iddia makamının ve davayı izleyenlerin peşini bırakmıyor: “Farquharson’ın o gece olanlar konusundaki suskunluğu, arabanın baraja nasıl düştüğünü anlatamaması ya da anlatmayı reddetmesi, etrafındaki herkesi dayanılması zor bir gerginliğe itiyordu. Yargıç Lasry bile jüri üyeleri salonda yokken Morrisey’in iddiasına göre (…) bir gaf yaptı: ‘Sanık arabayı kasten mi sürdü, yoksa bilinci yerinde değildiyse öne doğru, direksiyonu etkileyecek şekilde devrildi mi? Bunu ondan başka bilen yok. Bizler, bu toplumun üyeleri, böyle bir gaflet bulutu içinde yaşayamazdık. Meselenin özündeki gerçek bizi rahat bırakmayacaktı. Babaları kaçarken batan arabanın içinde üç küçük oğlanın kemerleriyle boğuşması, pis su yutması, boğulması, çırpınması ve ölmesi içimizi parçalıyordu. Suskun adamın, ‘feci horlayan’, ‘hımbıl’, ‘iyi bir arkadaş’, ‘sevgi dolu bir baba’, ‘iyi bir aile babası’ bu güdük adamın, dar alınlı, şiş gözlü, kamburu çıkmış, iri memeli, sessiz film mimikli, gözyaşları sel gibi akan, kocaman temiz ve ütülü mendilli adamın ağzının içine bakışımızda bir çaresizlik vardı.”
‘Bu Yas Yuvası’, eski eşinden intikam almak için çocuklarını öldürmekle suçlanan ve mahkum edilen bir babasının, bunu neden yaptığına ilişkin karanlık noktalar ya da boşluklar bulunan bir sürecin anlatımı. Garner ikilemlere, çelişkilere ve yanıtı tam olarak bulunamayan sorulara odaklanırken son düzlükte fikrini paylaşıyor okurla: “Robert Farquharson’ın arabayı baraja kasten sürdüğü konusunda bir şüphe varsa rüzgarda titreşen bir sigara kâğıdının fazla ağırlığı da arabanın siyah sulardan çıkarılışını gösteren fotoğrafı ilk gördüğümde aklımdan geçen ve cevapsız kalan duadan daha mantıklı olmayan bir şüphedir.”